24 Şubat 2013 Pazar

Belki Şehre Bir Film Gelir…


Şehr-i Oscar’a saatler kala çevrede ve sosyal mecralarda döndürdüğümüz muhabbet adına blogda da şahitlik bırakmamak olmazdı. Geçen sene “tıvaytır”a bıdır bıdır yaza yaza canımız çıkmıştı, burada toplamak en temizi. Yine geçen sene The Artist faciasından sonra bu sene de sözler hazırladım ve klavye başındayım. Sinefil olduğumu ya da yanından geçebileceğimi iddia etme gafletinde bulunmayacağım. Terbiyesizlik olur. Film izlemekten zevk alan, bağımsız sanat filmlerini “sevmek” için insanüstü gayret gösteren bir yeğeniniz olarak gülüp geçin yazdıklarıma. 

Akademinin selam durmak zorunda oldukları, hakkı yenenleri sıralamak istedim ve bu çıktı. (Tabii sadece büyük ödüller bazında ahkam kesebiliyorum şimdilik. Diğerleri için de çalışıyorum ama…)

Olacak Olanlar
En İyi Film:  Argo
En İyi Yönetmen:  Steven Spielberg
En İyi Kadın Oyuncu:  Jennifer Lawrence
En İyi Erkek Oyuncu:  Daniel Day Lewis
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:  Anne Hathaway
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:  Robert De Niro
En İyi Yabancı Film:  Amour

Buradan Bakınca Olması Gerekenler
En İyi Film:  Lincoln
En İyi Yönetmen:  Steven Spielberg
En İyi Kadın Oyuncu: Emmanuelle Riva
En İyi Erkek Oyuncu:  Daniel Day Lewis
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:  Jacki Weaver
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:  Christoph Waltz
En İyi Yabancı Film:  No

15 Ocak 2013 Salı

19 Ocak ve Sessizlik Sarmalı


Her Ocak ayını bizlerden ve gelecek nesillerden koparılan kalemleri, fikirleri, güzel insanları özlemle anarak geçireceğiz bu topraklarda. Tıpkı haziranda ölmenin zor olduğu gibi gömlek gevşeteceğiz aklımıza düştükçe. Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de hâkim ideoloji tarafından 17 yaşındaki bir bedende vücut bulup katledildi. O’na herkes en az benim kadar sahip çıkıyor, çıkmalı da. 6 sene olmuş göçeli. Oysaki televizyonda patlayan flaş haberleri biraz önce görmüşüm gibi. O gün yere uzanmış bedenin sihrini algılayamamıştım. Zaman geçtikçe Hrant Dink’i keşfetmek, her seferinde o güne dönmek gibi. Acıtıyor.
Hrank Dink kimliği üzerine yapılan özel çözümlemelerden birine Dağhan Irak ve Onur Yazıcıoğlu imzası taşıyan Türkiye ve Sosyal Medya (Okuyan Us Yayınları) Kitabı’nda rastladım. Aşağıda sizin de okumanızı istediğim bölümleri paylaştım. Hrant Dink’in Türkiyelilere kodlanmış susturulma planına olan reaksiyonunun incelemesini göreceksiniz. Spor medyasının duayen isimlerinden Eyüp Karadayı “Yazarlar emekli olmazlar, onlar kalemleri elinde ölür.” demişti. Hrant Dink, kalemi elinde öldü ve bilmeli ki bizlere öğretmeyi sürdürdüğü mücadele duruşu, kalemin yere düşmesine izin vermeyecek.

Türkiye ve Sosyal Medya
Sf.93
Sessizlik Sarmalı ve Hrant Dink Yürüyüşü
19 Ocak 2007 tarihinde gündüz gözüyle İstanbul’da işlenen ve arkasındaki bağlantıların hala aydınlatılmadığı Hrant Dink cinayeti sonrasında gelişen ve Türkiye’de etnik kökenine bakılmaksızın tüm yurttaşlar için eşit haklar ve adalet talep eden muhalefet, ülke tarihinde bir istisna olarak ayrıca incelenmeyi hak ediyor. Bu cinayet sonrasında birkaç saat içerisinde önce cinayet günü Agos’un önündeki birkaç bin kişiyle, ardından ertesi gün cenaze yürüyüşündeki yüz binlerle kendini ifade eden bu muhalefet, özellikle 12 Eylül 1980’den beri Türkiye’de hâkim olan ideolojiye karşı harekete geçirilemeyen bir itirazın patladığı yer oldu.
Sf. 94
Türkiye’nin özellikle son otuz yılından bahsederken Elizabeth Noelle-Neumann’ın “suskunluk sarmalı” teorisine sıklıkla başvurmak gerekiyor. Noelle-Neumann’a göre insanlar, etraflarında çok kalabalık bir çoğunluk bir görüşü baskın bir şekilde savunduğunda, tam tersi istikamette bile düşünseler görüşlerini ifade edemiyor ve suskun kalıyorlar. Suskun kalanların sayısının artması, azınlıkta kalan diğerlerinin konuşma ihtimalini de zayıflatıyor. Bu teoriyi 12 Eylül zamanı Türk-İslam ideolojisi dışında kalan her türlü ideoloji üzerinde kurulan ağır baskıyla, özellikle örgütlü muhalefete karşı uygulanan tutuklamalar, işkenceler ve infazlarla birlikte okuduğumuzda Türkiye’de “çoğunluk” gibi düşünmeyen insanların, sayıları aslında az olmadığı zamanlarda bile fazla konuşamadığını görüyoruz. Bu durum, Kürtler dışındaki azınlıklarda genellikle ölüm sessizliği derecesinde bir içe kapalılık, solda ise bir türlü kitleselleşememe olarak kendini gösteriyor.
Hrant Dink, sosyalist bir Ermeni yazar olarak bu “suskunluk sarmalı”nı reddederek Türkiye’nin siyasi hayatında ciddi bir çatlak yarattı. Onun iki kimliğiyle de konuşuyor ve kitlelere ulaşıyor olması, Türkiyeli muhaliflere öğretilen çaresizliğin kırılması anlamında devasa bir adımdı. Dink’in bu özelliği tabii neden katledildiğini ve cinayetin neden ısrarla 18 yaşında bir çocuk tarafından “milliyetçi duygular”ın motivasyonuyla öylesine işlenmiş gibi ele alındığını açıklıyor. Hrant Dink tek başına 12 Eylül ideolojisinin antitezi olabilecek kadar güçlü bir karakterdi. Onun öldürülmesiyle beraber binlerce kişinin birkaç saat içerisinde bir araya gelip neredeyse 1 Mayıs 1977 Katliamı’ndan beri görülmemiş çeşitlilikte bir kitleyi oluşturmasının nedenini, Türkiye’de hâkim olan “suskunluk sarmalı”nı kırmış olmasında aramak gerekiyor. Dink’in öldürülmesiyle beraber, gazeteci-yazarın adına konuştuğu kitleler onun misyonunu devralma ihtiyacı hissettiler.
Sf. 95
Benzer bir tepkiyi biraz farklı bir yapıyla da olsa Uğur Mumcu’nun cenaze töreninde de görmüştük. Mumcu da öldürüldüğünde uğruna mücadele ettiği kitle tarafından sahip çıkıldı ve yıllar boyunca hiç unutulmadı. İkisi de Ocak ayında katledilen bu iki aydın, Türkiye’nin 1980 sonrası muhalefetinin adeta birbirini tamamlayan iki sembolü.
Sf.96
Bir taraf sesini çok çıkarttığında karşı tarafın içine dönmesi ve fikrini ifade etmek için kendi hâkim olduğu mecralara yönelmesi aslında Hrant Dink’in Türkiye’de verdiği demokrasi mücadelesinin ölümüyle nasıl yarıda kaldığının da göstergesi. Dink’i Türkiye’de benzersiz yapan, kendi fikirleriyle her türlü mecrada ayakta durabiliyor olması ve içine kapanmayı reddetmiş olmasıydı. Bu yaptığımız araştırmada tek sesliliğin ve “suskunluk sarmalı”nın bu kadar baskın çıkması, Hrant Dink’in eksikliğinin Türkiye demokrasisine hiç iyi gelmediğinin bir kanıtı gibi.