22 Ocak 2011 Cumartesi

Çıplak Krala İmza Töreni


İlk olarak Fenerbahçe düştü bu cehaletin içine.Yüz yıllık düşman kardeşi Galatasaray’ın da kapılması pek geç olmadı.Bu senenin avı da Beşiktaş olmuş.Ortegalarla başladı yıldız avcılığı arkasından Anelkalar,Appiahlar Lincolnler,Elanolar,Keitalar altın tepside sunuldu taraftarın önüne.Havaalanlarını yaktık,omuzlarda taktık krallara taçlarını .”Siyah Giyen Adamlar”ın içkimize ilaç kattığını fark edemedik hiç birimiz,Dünya yıldızlarıyla uyuştuk.O kadar uyuştuk ki kralların çıplak olduğunu kimse göremedi görenlerinde “Anne,kral çıplak” demeye gücü yetmedi.Ta ki o ismi kalmış yıldızların sahadan çok İstanbul gecelerindeki yeteneklerine şahit olana kadar.Valizleri yüklenip kaçanlara da şahit olduk,gece ev partilerinde gol atanlarada.Portekizlilerinde gün gelipte ceplerini doldurup kaçacaklarını tahmin etmek,kahin sertifikası gerektirmez.Bu gerçeği biraderlerinden öğrenmesi gerekirdi siyah beyazlıların.Kırık Dökük tribünlerde saatlerce ayaklarına kan oturana kadar bekleyen taraftarları kandıran kodamanlar,Türk futboluna daha fazla zarar veremezler zaten.Bu kadar mı zor alt yapıya yönelmek?Milyonlar akıttığınız transferlerden daha mı pahalıya gelir gençleri Futbola kazandırmak?Emre Belözoğlu vücudunu 29 yaşında tanıdığını söylerken böbürleniyor da 9 senedir aklın nerdeydi diye sormazlar mı adama?Florya’nın bazı sahaları suni çimmiş,bu yüzden adele sakatlıkları kariyerlerini etkiliyormuş Galatasaray alt yapısından çıkan topçuları.Biri bu adama Barcelona’nın bütün antrenman sahalarının suni çim olduğunu hatırlatsın lütfen.Bir başkan da çıkıp taraftarına “bana 3 yıl verin alt yapıyı canlandırıp takımın gelecek 10 seneki omurgasını oluşturayım,görev adamı yabancılarla da başarı kovalayalım”desin.Zaten senelerdir oynanan rezil oyunları izlemeye gelende bu taraftar.Onlar yine o tribünlerde olacaklardır,yeter ki neyi beklediklerini bilsinler.Yönetim,Futbolcu,Taraftar la ancak bu şekilde şampiyon olunur.Artık futbol aşkıyla yanıp tutuşan gençleri “ya okul ya futbol” ikileminde bunalıma sürüklemeyin.Antrenmandan çıkıp tesislerde derslerini de işlesinler gelişimlerini de öğrensinler.Çok mu ütopik isteklerden bahsediyorum?Ben bunları ümit etmekle başlayacağım.Messi’yi tuttuğum takım formasıyla hayal etmektense Messi’yle beraber bizim takımın beyni olan oyuncuyu altın top ödülüne aday olarak görmek istiyorum.Bizimkide dilek denizine atılan milyonlarca şişeden biri işte.

7 Ocak 2011 Cuma

Doldurun Birahaneleri


Bugün “Tütün ve alkollü içkilerin satış ve sunumuna ilişkin esas ve usüller hakkındaki yönetmelik” resmi gazetede yayınlanarak ileri demokrasimizin olmazsa olmaz projelerinden biri daha hayata geçirilmiş oldu(!)Yönetmeliğin 24. Maddesince alkollü içkilerin satışında sporu çağrıştıracak ifadelere yer verilmeyecekmiş.Uyum süresi 1 yıl olduğundan gelecek yıl itibariyle Efes Pilsen Spor Kulübü’nün ismini ve logosunu değiştirmesi gerekecek.Bu durumun üstüne biraz Efes Pilsen kurumu spor ve gençlik adına neler yapmış bu ülkede, ondan bahsetmekte yarar görüyorum.Bir kurum düşünün ki kuruluş amacı; alkollü içecek üretip ülkenin dört bir yanında satışını yapmak.Aynı kurum,bunun yanında bir de basketbol kulübü kurarak yine ülkenin dört bir yanında şube açıp gençleri basketbola sevk etme amacı gütmüştür.Yani kulüp kuruluş amacının aksine,bırak alkollü içecekleri teşvik etmek,ülkedeki gençler birahanelerde zaman öldürmesinler,sporun içinde bulunsunlar diye çalışıp çabalayan bir sorumluluk içindedir.Türk basketboluna 35 senedir yaptığı hizmetlerin haddi hesabı olmayan Efes Pilsen,13 kez Türkiye Ligi Şampiyonluğuyla bu başarıyı en çok yakalayan kulüp olmanın yanı sıra 9 kez Türkiye Kupası ve 9 kez Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı vitrinine ekleyerek bu alanlarda da zirvededir.1996 yılında da Koraç Kupası’nı kazanarak Avrupa’dan kupa getiren ilk Türk basketbol kulübü olarak da tarihe geçti.Efes Pilsen diyince aklımıza Naumoski,Ufuk Sarıca,Murat Evliyaoğlu,Volkan Aydın isimlerinin yerine bol köpüklü birayı anımsatmaması için isminin değiştirilmesi istenmesi komiklikten başka bir şey değil.Üstüne üstlük “Pilsen isminin katiyen kullanamazsın ama Efesin önüne arkasına bir şeyler yazarsan olur” safsatalarıyla daha da gülünç duruma düştüklerinin farkındalar mı acaba?Bu yönetmeliklerde katı duruşlarını koruyan siyasilerin “Bireysel Silahlanma” yaşını 18’e indirmesi ne kadar da manidar değil mi?Artık Ankara,balık istifi gibi yığılmış siyasilerin çelişkilerinde boğuluşundan başka bir şeyi çağrıştırmıyor bana.Bu yönetmeliklerin sorumlularını ısrarla aklı selim olmaya davet ediyorum.Ha etsem ne olur?YETMEZ AMA EFES…

6 Ocak 2011 Perşembe

Vergırifinhepıns


All-star hafta sonu için geri sayım başlamışken geçen sene smaç yarışmasında beklentilerin suya düşmesi cumartesi organizasyonunun çekiciliğini az da olsa azaltmıştı.NBA yönetimi bu negatif ortamı değiştirebilmek için yeni kozu Blake Griffin kartını açıyor.Gerçi Griffin’in bu organizasyonu ıskalaması da beklenemezdi.NBA kariyerinin başında ve daha şimdiden potalara çok da nazik davranmayacağı mesajı vermesi smaç yarışmasından uzak kalamayacağını gösteriyordu.Senelerdir Lebron’un katılmasını beklemekten,Nate Robinson’un şımardıkça şımaran tavırlarından ve Howard’a yapılan haksızlıklardan bıkmıştık.Özellikle Nate’in zıplama yeteneğine verilen puanlar ekran karşısında çıldırmamıza sebep oluyordu.Neyseki kurtulduk,artık “o” yok.Bu sene smaç yarışmasını ilginç kılan bir başka durumsa Griffin’in dışında iki uzun oyuncu;Serge İbaka ve JaVale McGee’nin de gecede boy gösterecek olması.Bu üç pota altı oyuncusunun yanında da şu günlerde sakat olan Millwaukee’nin genç guardı Brandon Jennings olacak.Griffin dururken başka birini favori göstermek edepsizlik olacağı için “sizce kim kazanır?” zımbırtılarına hiç girmiyorum ama Jennings’in kısa boyu,ona  avantaj sağlayabilir.Jüri koltuğunda oturanların kısa oyuncuların yerden fazla yükseliyor olmalarıyla ilgili  fetişistleri olduğunu düşünmeye başlayacağız yakında.Bu durumu Nate örneğinde birçok defa görmüş bulunduk maalesef.Öyle ki bu algıyı kırabilmek için 2009’da ‘superman’ Howard smacını yapmak için normal boyutlarından çok daha yüksekte bir pota getirtti ve smacı o potaya yaptı.Fazla sade olduğu için sıçrama numarası pek tutmadı ve herkes Howard’ın yerden ne kadar  fazla yükseldiğini kaçırmışa benziyordu.Jüri’nin Robinson’a olan bu pozitif(!) ayrımcılığı kabak tadı verdi.Geçen sene büyük ümitler taşıdığımız Shannon Brown’da hayal kırıklığı yaratınca smaç yarışması ‘bitse de gitsek’ programlarına döndü.Halbuki  2000’de Vince Carter-Steve Francis kapışması,Jason Richardson’ın birçokları ve benim için de tarihin en iyi smacı yaptığı an,daha da geriye gidersek ‘Air Jordan’ ünvanını taçlandırdığı serbest atış çizgisinden sıçrayan Michael’ın yüzündeki ifade,bu karelerin hepsi Slam Dunk  gecesini beklememizin en temel sebepleriydi.Nate Robinson ve Jüri,bu aklımızda kalan sahnelerin kredisini yedi 3 sene boyunca.Tek temennimiz Griffin ve saz ekibinin Slam Dunk gecesini hepimiz için unutulmaz kılmaları.Bu arada her ne kadar smaç şampiyonu ünvanı olmasa da Shawn Kemp’in kulaklarını çınlatmadan bitiremezdim.Bugün Griffin’in yaptıklarını hayranlıkla izleyenler Kemp’te ne tepki verirler tahmin etmek güç.Kemp’in smaçlarını basketbola ilgi duyan her bir canlıya şiddetle tavsiye ediyorum.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Kortların Tutkulu Aşkı:Roger&Rafa


Tenis sezonu açıldığında ve biz ekranların başında yerlerimizi aldığımız gün hepmizin aklından aynı düşünce geçiyor olmalı;”Tanrı Federer ve Nadal a zeval vermesin.”.Sene içindeki ATP turların Grand Slamler’in hepsinin finalinde aynı iki oyuncuyu görmek istiyoruz.Bizim jenerasyon Agassi’yi ucundan yakalamış olsada Pete Sampras’ları John Mc Enroe’ları Jımmy Connors’ları Boris Becker’leri kaçırmış olmanın kahrını yüreğinde yaşatmaya maalesef ki   mahkum.Bu durumun tesellisi olarak da Nadal&Federer aşkı bahşedilmiş bizlere.Biri 1981’in Ağustosunda dünyaya geldiğinde 28 sene sonra Sampras’a ait olan ve kırılması imkansız kabul edilen ‘en çok Grand Slam kazanan oyuncu’(14 kez) rekorunu 15. şampiyonluğuyla darma duman edeceği baba Robert’ın aklına gelmemiştir sanırım.12 yaşına kadar Futbolla Tenisi beraber yürüten Roger,hayatının kırılma kararını verip tenise yoğunlaştı.Doğru seçimi yaptığı şüphesiz.Diğeri ise Majestelerinden 5 yıl sonra doğduğunda amcası Tony Nadal’ın kendisiyle ilgili planları olduğundan habersizdi.Amca Nadal Rafa’nın eli ayağı tutmaya başladığı 4 yaşında raketi eline vererek projesinin ilk adımını atmış oluyordu.19 yıl içinde sağlak olan yeğeninden Güç abidesi Solak Tenisçi yaratması bile başlangıç için inanılmazdı.Nadal 2005’ten itibaren tam gaz yükselişe geçip Federer’in arkasında pusuya yatıyordu.Roger’ın belalısı Roland Garros’un her finalinde karşısına dikilip son Grand Slam’i tamamlamasına izin vermedi.Ta ki 2009’da 4.turda elenene kadar.Roger o sene Fransa’da kariyer Grand Slam’ini kazanarak rekor kitabında bir sayfa daha çeviriyordu.Ertesi sene Nadal sakatlıklardan kurtuluyor ve tabiri caizse Federer’den bir kenara geçip kendisini izlemesini istiyordu.2010’da Avustralya Açık dışındaki üç Grand Slam’i de domine ederek şampiyon oluyordu.Sezonun son büyük turnuvası olan Amerikayı kazanırken Kariyer Grand Slam’ini tamamlıyordu.Londra’da  ATP World Tour Finals’ın finalinde karşılaşan iki raketten gülen taraf Majesteleri olurken 2011 için hepimize bu büyük rekabetin daha çok sürprizlere gebe olduğunun da haberini veriyorlardı.Bu iki devi kortlarda seyrediyor olmamız bile kendimizi şanslı hissetmek için oldukça yeterli bir sebep.Tanrı onlara zeval vermesin.

‘Mes Que un Club’


Futbola ilgi duyan herkesin sempati duyduğu bir takım mutlaka vardır.Herhangi bir takım taraftarı olan kimse,diğer takım taraftarlarını anlamaz ve neden o takımları tuttuklarına dair hiçbir fikir yürütemez.İnsan,kendi beslediği sevginin her zaman en yüce olduğu kanaatindedir.Birminghamlılar Barilileri anlayabilirler mi?Yada Santoslular Alkmaar sevgisi ne demek bilirler mi?Taraftarlığın yazılı olmayan kuralları gibidir rakip taraftarı yadırgamak.Peki ya Barselonalı olmak?”Ben Barselonalıyım” diyen birine şu günlerde “Neden?” demek çok normal karşılanmaz sanırım.Kimilerine göre evrenin gelmiş geçmiş en iyisi “onlar”.Bu konuda Cruyff’un Barselonası’nı kaçırmış biri olarak söz söyleme hakkım olmadığını düşünüyorum.Ancak şunu biliyorum ki Barselona’nın bugün oynadığı oyunun adı futbolsa diğerlerinin oyunlarına başka isim bulunmalı acilen.Birçok profesyonel futbolcu “onlar”ı izledikçe kavram karmaşasına düşüyordur eminim.Şu gerçeği de atlamamakta da yarar görüyorum;Bu takım Mourinho’nun da altını çizdiği üzere tamamlanmış bir ürün.Bugün B takımı sahaya çıkıp Şampiyonlar Ligi düzeyinde top oynayabiliyorsa bu başarı öyküsünün altında yatan tek gerçek alt yapı mucizesidir.Tek tek oyuncuları incelediğimizde biraz takımın büyüsüyle değerlendiriyoruz gibi.Guardiola:Rijkaard’dan sonra alt yapı antrenörlüğünden A takımın başına geldi.Ürün bitmek üzereyken son rötuşları çekti.Onun esas sınavı başka takımda çizeceği başarı grafiği olacak.Xavi:Rijkaard 1 sene daha kalsaydı yüksek ihtimalle takımdan ayrılacaktı,Guardiola’nın gelmesi biraz piyango oldu ona.Bu fırsatı da çok iyi değerlendirdi.İniesta:Manchester City olmak üzere birçok “Euro krallıkları” onun peşinde.İniesta’nın,isminin altında ezilmemesi için önünde önemli bir Deco örneği var.Barselona’dan sonra gittiği kulüplere bir türlü uyum sağlayamayıp “baba ocağına” döndü.İniesta’nın özellikle Ada’da iş yapması çok önemli.Ve Messi:Rıdvan Dilmen’in dediği gibi ‘Messi ve diğerleri’dir benim içinde.Ancak Maradona olabilmesi,Dünya Kupasını kaldırmadan ve Napoli örneği gibi bir mucize yaratmadan mümkün değil.Aksi “Tanrı’nın Eli”ne hakaret olur.Bu soru işaretleri onların bir araya geldiklerinde dünyanın 8. Harikası olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.“Mes Que Un Club” (Bir kulüpten daha fazlası) sloganıyla kurulan Barca,bu söyleminin altını bugünlerde kalın çizgilerle çiziyor.

AT&T Center Yangın Yeri


Texas’ın güneyindeki insanların şampiyonluğa olan inançları bütün Amerika kıtasını kasıp kavuracağa benziyor.Spurs’un 1999’da Knicks’i finalde devirip şampiyonluğa uzanırken 2000’li yıllara damga vuracak iki takımdan biri olabileceği kaç kişinin aklından geçmiştir?Milenyumun ilk yıllarında Kobe&Shaq ortaklığı NBA’yı etkisi altına almışken,Spurs pusuya yatmış ve Avrupa ekolünün iki önemli parçası Manu Ginobilli ve Tony Parker’ı takıma ve Amerika’ya adapte etmeye çalışıyordu.Ginobilli her ne kadar Arjantinli olsa da titrini Avrupa’da kazanmış ve Meksika sınırına orta kıtanın 1 numarası olarak gelmiştir.Duncan artık silah arkadaşlarıyla yola çıkmaya hazırdır.Greg Popovic bu üçlünün yanına şampiyonlukların gizli kahramanı olacak iki görev adamı;Bruce Bowen ve Robert Horry’i de ekleyerek pazılı tamamlamış oluyordu.2003 ve 2005’te gelen şampiyonlukların ardından tek sayılı yılların San Antonio’nun yılları olduğu 2007 de gelen zaferle tescillenir gibiydi.Silahşörler artık birer “yorgun savaşçı”’ya dönüşmüş ve 2010’un ikinci yarısına kadar hem sakatlıklarla boğuşmaya hem de Finallerde Lakers’ı izlemeye mahkum kalmışlardı.2010-2011 sezonu başlarken Duncan,Manu ve Parker,bu sezonun parmaklarına son yüzükleri eklemek için son şansları olduklarının bilincindeydiler.Bu sebeptendir ki Ginobilli’de Parker’da Türkiye’deki Dünya Basketbol Şampiyonası’nda ulusal takımlarına gitmediler ve yazı dinlenerek geçirdiler.Bunun meyvelerini de 2010’un ikinci yarısında oynadıkları 33 maçın 29 unu kazanarak topladılar.Şimdiden basketbol medyasını “70 galibiyet gelecek mi?” sorularıyla meşgul ediyorlar bile.Bu seneki şampiyonluk macerasında görev adam adayları olarak George Hill ve Gary Neal gözüküyor ancak şu ana kadar beklentilerin oldukça altında kalan Avrupa’dan arkasına aldığı rüzgarla Spurs’un yolunu tutan ve birçok kesim tarafından “yeni Pau Gasol” olarak adlandırılan Tiago Splitter’in de ritim kazanmasıyla vitrinde yeni  yüzük için tereddütler azalacaktır.
All-Star hafta sonuna kadar gaz kesmezse Spurs,sezonun ikinci yarısı için ‘70 galibiyet’ beklentilerimizi körükleyebiliriz.