28 Eylül 2011 Çarşamba

Yere 'Düşünce'

Sırbistan’ı son saniyede Kerem’in turnikesiyle devirip geçen sene finale yürüdüğümüzde, Murat Murathanoğlu’nun tam 12 kere “Kerem Tunçeri !!!” feryadını dinledik. Bizler de Kerem için farklı düşünmedik o gece. Daha da fazla haykırdık omuzlarımızdayken. Tam 1 sene geçti ve Kerem’in, Hidayet’in, Ersan’ın kalemleri kırıldı. Evet, ülke olarak sevinci de öfkeyi de uçlarda yaşıyoruz. “Bizim yapımız bu” deyip işin içinden sıyrılmayı da pekala biliyoruz. Peki bugüne kadar bunun bize getirisi ne oldu? Hiç!
Biz 2002 Dünya Kupası’nda 3. olan milli futbol takımımızı senelerce dünya 3.sü olarak gazladık. Şimdi de aynı tarife milli takım için uygulanıyor. Yine enfes bir başarının ardından bir sene sonra elimizdekine bakıyoruz ve yine avuçlarımız boş. Suçlu kim? Bir de bu ‘suçlu bulma’ fetişi var. Bayılıyoruz birilerini idam etmeye.
Diğer turnuvalarda olduğu gibi Litvanya’daki başarısızlığın da suçlusu yok. Başarısızlıkların sorumluları pek tabii ki olur. Antrenör, oyuncular, basın, taraftar. Mesele nerede yanlış yaptığımızı iyi irdelemekte. Mazeretlerin ardına saklanıp günah keçisi çıkararak durumu ört bas etmek asla çözüm olmamalı.
Peki Yanlış Nerede?
          Fransa maçından önce Lé Quipe gazetesinde Türkiye ile ilgili verilen teknik bilgilerde ‘Seyircisiz oynayamıyorlar’ maddesi yer aldı. Takım olarak Türkiye formasıyla dolu, bangır bangır 12 dev adamın çalındığı salonlarda 3-4 seviye birden atladığımız doğru, yalnız ülke dışından bakıldığında bunun teknik bir handikapımız olarak gözükmesi üzerine kafa patlatmalıyız.
Enes ve Emir’i kenara ayırırsak takım olarak formsuz olduğumuz aşikar. Savunma konsantrasyonu Polonya maçı dışında alıştığımız gibiydi. En üst düzeyde. Fransa, İspanya, Almanya ve Sırbistan’ı ortalamalarının 10-15 sayı aşağısında tutabildik ama rakibin önüne geçecek adımı bir türlü atamadık. Şutlar girmedi, serbest atışlar kaçtı, hücum varyasyonları işlemedi, el üstü zorladık vs… Takımın genel özelliği olarak savunma işledikçe hücumda o kadar yukarıdan oynuyoruz fakat bu turnuvada çalınan top veya alınan rebound sonrası rakibe mola getirecek hızlı basketi bir türlü üretemedik. Bu da rakibin direncini hep yukarıda tuttu.
Bizim için hayati önem taşıyan Sırbistan maçında, sadece 5 asist yaparak ve 3/17(17.6%) ile 3 sayı isabeti bularak ne kadar konsantre olamadığımız ortada. Bu durumu açıklamak gerçekten çok güç.
Serbest atış meselesi sanki ilk defa kaçırıyormuşuzcasına ülkede infial yarattı. O çok övündüğümüz geçen sene, 60,1% başarılı atış yaparken bu sene 64,6%’ya çıkarmışız. Geçen seneki hücum performansımızı bu sene aşağı çeken ise 3 sayı çizgisinin gerisi oldu. 2010 Eylül’ünde 42,9% ile bu alanda turnuvanın 1. iken 2011 de 27,5% isabet oranı ile 24 takım arasında 20. sıradayız.
Beklentilerimizin hep yüksek olduğu iki isim,Tunçeri ve Hidayet bu turnuvada gerçekten tanınmaz haldeydiler. Kerem 2001 de olduğu gibi yine zayıf noktamız görünümündeydi. Hidayet, imzası olan geriye çekilip atışlarını sokamıyor, savunmacısının yanına vurup içeriyi zorlamıyor/zorlayamıyor ve onun bu görüntüsü infazı için bazılarına yeterli oluyor. Formsuz olmadıklarını söylemek ahmaklık olur fakat yukarıdaki istatistikler takım olarak aşağıda olduğumuzu ortaya koyuyor.
Orhun Ene Meselesi
          Tanjevic, Milli Takımlar Genel Koordinatörlüğü koltuğuna oturduktan sonra yardımcısı Orhun Ene’nin takımın başına getirilmesi spor basınını gayet memnun etmişti. Ne de olsa yapıyı en iyi tanıyan isimlerden biriydi. Peki bugün ne değişti de Ene topun ağzına kondu? Aslında hiç bir şey değişmedi. Biz yine spor yorumculuğundan ziyade ‘skor’ yorumculuğu yaptığımızdan bizim için yegane zanlı Orhun Ene’dir!
Başarısızlıkta koçun da elbette sorumluluğu büyüktür. Göze çarpan birçok analiz var. Son top oyununu çizme tercihleri, oyuncu değişiklikleri, molaları… Bu serzenişlerin hepsi bir yere kadar haklı olabilir ancak Ene’nin milli takım başındaki yalnızca 8. resmi maçına çıktığını unutuyoruz. “Bu kadar tecrübesiz adamla gidersek olacağı bu.” söylemlerine karşılık olarak Orhun Ene bu göreve atandığında nerdeydiniz diye sormazlar mı adama? Bogdan Tanjevic’in başarıyı getirmesi için tam 6 sene bekledik. Orhun Hoca sizce bunu hak etmiyor mu? İstikrarın getirileriyle ilgili burada methiye düzmenin alemi yok.
Bana göre bizi Litvanya’da tökezleten en önemli konu kadro tercihi. Kerem Gönlüm ve Semih Erden’in kadrodan çıkarılmaları sonucu İzzet Türkyılmaz’ı götürdük. Sinan’ın da ameliyat sonrası istediği seviyeye gelememesi turnuvada rotasyonu 8 kişiye çekti. Cenk ve Oğuz yıllardır bu forma altında olmalarına rağmen bir türlü yüksek performans veremediler, süreleri de hep belli ölçülerde kaldı. Cenk, bir vites yukarda oynamasına rağmen beklenti bu değildi.
Tunçeri’nin bu kadar formsuz olabileceğini tabiî ki tahmin edemezdik ancak senelerdir süre gelen 1 numara pozisyonu için hep tetikte olmalıyız. Neden Doğuş gitmedi? Barış niye yok? Hani Furkan? (ki uzun rotasyonu için) Doğuş’un savunma yönü çok kuvvetli, belki Parker’ı durdurabilirdi evet ama hücum için gereken kan olduğunu hiç sanmıyorum. Keza Barış Ermiş Banvit’te çok iyi bir sezon geçirdi fakat hazırlık maçlarında o patlayıcı gücü göremedik. Furkan için mızmızlananlar ise onun bu yaz 20 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası oynadığını ıskalıyor gibiler. O kadroda Ender ve Tunçeri’ye alternatif olabilecek tek isim Tutku Açık’tı. Ha Tutku gelse takımı alır götürür mü bilinmez. Bunların hepsi enine boyuna irdelenmeli ve önümüzdeki seneler için önemli dersler çıkarılmalı.
Bu çocuklar hem karakterleriyle hem de sporcu kimlikleriyle olimpiyatları hak ediyorlardı ama olmadı.2012 tarihin son olimpiyatları da olmayacak. 5 sene sonra yine olimpiyat oyunları var ve bizim için yine umuda tutunacak bir zeytin dalı mevcut. Biz yeter ki o idam sehpalarını oradan kaldıralım.
(14 Eylül 2011 Tarihinde www.basketbolhaber.com'da yayımlanmıştır.)

13 Eylül 2011 Salı

Tanrı Kraliçeyi Korusun

Geçtiğimiz bir haftada yaşadığımız duygusal karmaşayı uzun zamandır yaşamamıştık. 12 Dev Adam, geçtiğimiz turnuvalarda zaman zaman tökezler gibi olup turladıkları çok olmuştu fakat bu seferki biraz fazla korkuttu. 
Hafif bir değerlendirme yapmak gerekirse ilk iki maçı beklediğimiz gibi rahat geçtik. Öyle ki Britanya maçının biraz kaşıntı yapmasını bekliyorduk ama savunma disiplini, elimizi oyunda fazlasıyla güçlendirdi.
 Litvanya virajını çok iyi dönüyorduk fakat basketbol şansı yanımızda olmayınca elimizdeki maç avuçlarımızdan kaydı. Emir’in turnikesi çemberde sekip içeri düşse grubun senaryosu çok farklı olurdu. Grubumuzdaki 4. maça çıkarken ne oyuncularımız ne de televizyon başındaki bizler kabusa yattığımızın farkında olamadık. Savunmada hiç olmadığımız kadar disiplinsiz, hücumda ise doğru setler yerine el üstü şutlar devrede olunca, bir de Polonya’nın isabet yüzdesi fırlayınca, bizim moral motivasyon yerlerde rakipte ise direnç zirvede. 

Basketbol tarihine geçecek olan skandal hakem kararına çok değinmek istemiyorum, Murat Murathanoğlu gerekli giydirmeleri yayında yaptı zaten. Biz de hakem konuşursak esastan saparız ve önümüzü görmek daha da zorlaşır. Polonya maçı sonrası Kerem Tunçeri, Hidayet Türkoğlu ve Orhun Ene için idam sehpaları kuruldu ve birer birer infaz edildiler sosyal platformlarda. Artık şaşırmıyoruz bu uçlarda gezinen değişken tepkilere.

Yine basketbol tarihimizin epik hikayelerinden biri gerçekleşti 5 Eylül 2011 günü. Bu sefer biraz farklıydı. Hikayenin giriş bölümünü bizim yerimize Luhol Deng ve Büyük Britanya yazdı: “Tanrı kraliçeyi korusun”. Ömer ve Hidayet gerekli güzellikleri Deng’e bizim adımıza yapacaklardır, şüphem yok. Britanya kalemi bize devrettiğinde hikayeyi ilgi çekici kılan kısmı el emeği göz nuruyla tamamladık. İspanya karşısına psikolojik bunalımla çıktık desek yeridir. İlk iki çeyrekte de bu durumu takım üzerinde gözlemledik. Ancak o son çeyrek savunması her şeye bedeldi. İspanya’ya yalnızca 2 sayı şansı vermek ne demek? 

Takımın geçen seneden farkı ne diye bakacak olursak, göze çarpan en önemli kişi Emir Preldzic. Ersan’ın ve Hidayet’in devreye giremediği yerde gereken sorumluluğu eli titremeden alıyor. Takım için büyük kazanç oldu. Enes, her geçen maçta hem basketbola hem kırmızı formaya alışıyor hem de kendi potansiyelini keşfediyor. Tunçeri, Litvanya maçında yediği dirsekten sonra ciddi anlamda tökezledi fakat onun varlığı saha içinde takımı rahatlatıyor. Ender, Tunçeri’nin misyonunu güzel tamamladı. Orhun Ene’nin ilk maçları olduğunu unutup çok yıpratıyoruz koçu. Bu yapıyı yaratan ve tanıyan isimlerden biriydi ve takımın başına geçmesi en doğru karardı. Orhun Ene güzel işler yapacak, bizden istediği tek şey ise SABIR.
(7 Eylül 2011 / www.basketbolhaber.com)