Her Ocak ayını
bizlerden ve gelecek nesillerden koparılan kalemleri, fikirleri, güzel
insanları özlemle anarak geçireceğiz bu topraklarda. Tıpkı haziranda ölmenin
zor olduğu gibi gömlek gevşeteceğiz aklımıza düştükçe. Hrant Dink, 19 Ocak
2007’de hâkim ideoloji tarafından 17 yaşındaki bir bedende vücut bulup
katledildi. O’na herkes en az benim kadar sahip çıkıyor, çıkmalı da. 6 sene
olmuş göçeli. Oysaki televizyonda patlayan flaş haberleri biraz önce görmüşüm
gibi. O gün yere uzanmış bedenin sihrini algılayamamıştım. Zaman geçtikçe Hrant
Dink’i keşfetmek, her seferinde o güne dönmek gibi. Acıtıyor.
Hrank Dink
kimliği üzerine yapılan özel çözümlemelerden birine Dağhan Irak ve Onur
Yazıcıoğlu imzası taşıyan Türkiye ve Sosyal Medya (Okuyan Us Yayınları) Kitabı’nda
rastladım. Aşağıda sizin de okumanızı istediğim bölümleri paylaştım. Hrant
Dink’in Türkiyelilere kodlanmış susturulma planına olan reaksiyonunun incelemesini
göreceksiniz. Spor medyasının duayen isimlerinden Eyüp Karadayı “Yazarlar
emekli olmazlar, onlar kalemleri elinde ölür.” demişti. Hrant Dink, kalemi
elinde öldü ve bilmeli ki bizlere öğretmeyi sürdürdüğü mücadele duruşu, kalemin
yere düşmesine izin vermeyecek.
Türkiye ve Sosyal Medya
Sf.93
…
Sessizlik Sarmalı ve Hrant Dink
Yürüyüşü
19 Ocak 2007 tarihinde gündüz gözüyle İstanbul’da işlenen ve
arkasındaki bağlantıların hala aydınlatılmadığı Hrant Dink cinayeti sonrasında
gelişen ve Türkiye’de etnik kökenine bakılmaksızın tüm yurttaşlar için eşit
haklar ve adalet talep eden muhalefet, ülke tarihinde bir istisna olarak ayrıca
incelenmeyi hak ediyor. Bu cinayet sonrasında birkaç saat içerisinde önce
cinayet günü Agos’un önündeki birkaç bin kişiyle, ardından ertesi gün cenaze
yürüyüşündeki yüz binlerle kendini ifade eden bu muhalefet, özellikle 12 Eylül
1980’den beri Türkiye’de hâkim olan ideolojiye karşı harekete geçirilemeyen bir
itirazın patladığı yer oldu.
Sf. 94
Türkiye’nin özellikle son otuz yılından bahsederken Elizabeth
Noelle-Neumann’ın “suskunluk sarmalı” teorisine sıklıkla başvurmak gerekiyor.
Noelle-Neumann’a göre insanlar, etraflarında çok kalabalık bir çoğunluk bir
görüşü baskın bir şekilde savunduğunda, tam tersi istikamette bile düşünseler
görüşlerini ifade edemiyor ve suskun kalıyorlar. Suskun kalanların sayısının
artması, azınlıkta kalan diğerlerinin konuşma ihtimalini de zayıflatıyor. Bu
teoriyi 12 Eylül zamanı Türk-İslam ideolojisi dışında kalan her türlü ideoloji
üzerinde kurulan ağır baskıyla, özellikle örgütlü muhalefete karşı uygulanan
tutuklamalar, işkenceler ve infazlarla birlikte okuduğumuzda Türkiye’de
“çoğunluk” gibi düşünmeyen insanların, sayıları aslında az olmadığı zamanlarda
bile fazla konuşamadığını görüyoruz. Bu durum, Kürtler dışındaki azınlıklarda
genellikle ölüm sessizliği derecesinde bir içe kapalılık, solda ise bir türlü
kitleselleşememe olarak kendini gösteriyor.
Hrant Dink, sosyalist bir Ermeni yazar olarak bu “suskunluk
sarmalı”nı reddederek Türkiye’nin siyasi hayatında ciddi bir çatlak yarattı. Onun
iki kimliğiyle de konuşuyor ve kitlelere ulaşıyor olması, Türkiyeli muhaliflere
öğretilen çaresizliğin kırılması anlamında devasa bir adımdı. Dink’in bu
özelliği tabii neden katledildiğini ve cinayetin neden ısrarla 18 yaşında bir
çocuk tarafından “milliyetçi duygular”ın motivasyonuyla öylesine işlenmiş gibi
ele alındığını açıklıyor. Hrant Dink tek başına 12 Eylül ideolojisinin antitezi
olabilecek kadar güçlü bir karakterdi. Onun öldürülmesiyle beraber binlerce
kişinin birkaç saat içerisinde bir araya gelip neredeyse 1 Mayıs 1977
Katliamı’ndan beri görülmemiş çeşitlilikte bir kitleyi oluşturmasının nedenini,
Türkiye’de hâkim olan “suskunluk sarmalı”nı kırmış olmasında aramak gerekiyor.
Dink’in öldürülmesiyle beraber, gazeteci-yazarın adına konuştuğu kitleler onun
misyonunu devralma ihtiyacı hissettiler.
Sf. 95
Benzer bir tepkiyi biraz farklı bir yapıyla da olsa Uğur
Mumcu’nun cenaze töreninde de görmüştük. Mumcu da öldürüldüğünde uğruna
mücadele ettiği kitle tarafından sahip çıkıldı ve yıllar boyunca hiç
unutulmadı. İkisi de Ocak ayında katledilen bu iki aydın, Türkiye’nin 1980
sonrası muhalefetinin adeta birbirini tamamlayan iki sembolü.
…
Sf.96
…
Bir taraf sesini çok çıkarttığında karşı tarafın içine
dönmesi ve fikrini ifade etmek için kendi hâkim olduğu mecralara yönelmesi
aslında Hrant Dink’in Türkiye’de verdiği demokrasi mücadelesinin ölümüyle nasıl
yarıda kaldığının da göstergesi. Dink’i Türkiye’de benzersiz yapan, kendi
fikirleriyle her türlü mecrada ayakta durabiliyor olması ve içine kapanmayı
reddetmiş olmasıydı. Bu yaptığımız araştırmada tek sesliliğin ve “suskunluk
sarmalı”nın bu kadar baskın çıkması, Hrant Dink’in eksikliğinin Türkiye
demokrasisine hiç iyi gelmediğinin bir kanıtı gibi.